AĞAÇ CÜCELERİ VE BENCİL DEV
- Elif Çelebi
- 5 gün önce
- 6 dakikada okunur

Evimi öyle özlüyorum ki… Dallarında sallanmayı, yapraklarından kaymayı ve su
damlacıklarında yıkanmayı. Evet, ben bir ağaç cücesiyim. Kalabalık ailemle bir ağaçta
yaşıyordum. Ta ki gürültülü, obur, bencil dev tüm ağaçları yıkana kadar…
Annemle babamın görevi, ağaçların en tepelerinden kuşları izlemektir. Sonra da
gagalardan düşen çekirdekleri takip edip toprakla buluştururlar. Her bir çekirdekten bir meyve
ağacı yetişir. Aslında bu ormanda meyve ağacı çok. Daha fazlası için neden bu kadar
uğraşıyorlar anlamıyorum. Belki de sulu ve tatlı meyveleri hepimizden çok sevdikleri içindir.
Ninemle dedem de eskiden bu işi yaparmış. Artık ağaç tepelerine çıkamadıklarını
söyleyip kardeşim ve benimle birlikte yerde olmak istediler. Kardeşim Orbi’yle benim
görevim ise sincapları gözetlemek. Emin olun, yiyeceklerini sakladıkları yerleri onlardan daha
iyi biliriz. Sakın yanlış anlamayın! Sincapların yemeğinde gözümüz yok! Biz ağaç cücelerinin
tek görevi, tohumların toprağa karışmasını sağlamaktır. Eğer tohum toprağın güvenli
kollarıyla kucaklaşamazsa, kök salıp yeşeremez. Bazen kuşların düşürdüğü çekirdekleri ekeriz bazen de şimdi yaptığımız gibi kışa hazırlanan sincapların gömüp unuttuğu yemişleri sularız. Ormanlar nasıl çoğalıyor sanıyorsunuz? Doğal olarak unutkan sincaplar, geveze kuşlar ve ağaç cüceleri sayesinde.
Her zaman olduğu gibi o gün de iz peşindeydik. Nine, dede ve kardeşten oluşan
ekibimle bir yaprağın içine gizlenmiştik. Birden arkamızdan GÜÜMM diye bir ses geldi.
Dönüp baktık ki olgun bir elma dalıyla birlikte yerde yatıyor. İncecik dal, tombul meyveyi
taşıyamayınca birlikte düşmüşler.
Ben, “İyi ki üstümüze gelmedi ucuz kurtulduk,” diye sevinirken Orbi, “Elma, elma!
Elma yemek istiyorum!” diye tutturmaz mı? Mızmız küçük kardeş işte! Hep sorun çıkarıyor.
“Şimdi sırası değil! Birazdan sincap gelir, kimse kıpırdamasın,” dedim ama dinleyen kim? Bir
baktım üçü de çoktaaan elmanın üstüne çıkmış.
Dedem bana seslendi, “Ozi kızım gel hadi, sen de ye, çok lezzetli!”
Biz ağaç cüceleri meyveye dayanamayız. “İş üstünde yemek mi yenir dede ya!” dedim
ama elmayı öyle bir kemiriyorlardı ki canım çekti. Bir çırpıda elmanın üstüne çıkıverdim.
Çıkmamla, yer yerinden oynamaya başladı. “HAOM HOUM HOOAAARRR” sesleri
arasında üzerinde olduğumuz elma zıp zıp zıplıyordu.
“Bu ses! Eyvah!” diye bağırdı ninem.
“Sıkı tutuun!” diye haykırdı dedem.
“N’oluyor? Kim bu?” dedim ama ikisi de yanıt verecek halde değildi. Orbi ise sevinç
naraları atıyordu, “Daha yükseğe zıplayalım, daha yükseğe!”
Bir süre savrulduktan sonra yuvarlanarak durduk. Hâlâ ormanın içindeydik. Ninem
etrafı kolaçan ederken, dedem bize bencil devi anlattı. Acıktığı zaman gözü döner, her yeri
talan edermiş. Bastığı yeri umursamaz, ağaçları köklerinden koparıp meyveleri ağzına
silkelermiş. Üstelik yerine yenilerini de dikmezmiş.
“Ama bu haksızlık!” dedim, “Biz çoğaltmaya çalışıyoruz, o yerinden söküyor. Hem
ağaçların hepsine böyle zarar verirse seneye ne yiyecekmiş?”
Dedem, devin daha önce de ağaçları yok ettiğini, bir sürü canlının evsiz ve aç kaldığını
anlattı. Onun karşısında hiçbir şey yapamadıklarını, zaten bizim gibi minik canlıların da ona
seslerini duyurmasının olanaksız olduğunu söyledi.
Ninem sözü aldı ve Doğa Ana’nın bu sorunu çözmek için tüm cüceleri yanına
çağırdığından bahsetti. Devle baş etmenin tek yolunun daha çok tohum ekmek olduğuna karar vermişler. Ağaç cücelerinin görevleri de böyle belirlenmiş. Demek annemle babam, o yüzden işlerini bu kadar ciddiye alıyorlar.
Ninem telaşla sürdürdü, “Şimdi tek yapmamız gereken, saklanmak!”
Hayır, saklanmaktan başka bir yol olmalıydı. Devin bizi görmesini sağlamalıydık.
“Dağa çıkalım!” dedim, “Devin bizi görebileceği kadar yükseklere çıkalım.”
“Bu imkânsız,” dedi dedem, “Biz ağaç tepelerine bile çıkamıyoruz, dağa nasıl
çıkalım?”
Orbi, “Uçalım, uçalım, uçalım!” diyerek zıplamaya başladı.
“Öff, yine mızırdanmaya başladın!” diyecektim ki… Kardeşime dönüp “İyi fikir!”
dedim, aklıma müthiş bir düşünce gelmişti. Bu arada devin korkunç ağız şapırdatma sesinin
yerini HOORRR PİİİŞŞŞ ZZZZ HHOORR sesleri almıştı. “Tam sırası!” diyerek hepsini
kollarından çeke çeke ağaçsız, düzlük bir yere getirdim. “Şimdi, bir kuşun bizi gagasına
almasını bekleyelim. O bizi deve götürebilir,” dedim.
Ninem gözlerini kocaman açıp bağırdı, “Delirdin mi sen? Bir kuşa nasıl güvenebiliriz,
bizi bir lokmada yutar!”
Ninem haklı olabilirdi ama ağaçlarımız için planımı denemek zorundaydık. Bir süre
sonra kuşlar tepemizde uçmaya başladılar. Gözlerimizi kapatıp, birbirimize sıkıca sarıldık.
Çığlıklar ve ciyaklamalar arasında birden ayaklarımız yerden kesildi.
“Uçuyoruuz!” diye bağırdı Orbi, “Abla sen bir harikasın!”
“Nereye gidiyoruz Ozi? Korkuyorum!” diye sızlanmaya başladı dedem. Ninem de
gözlerini elleriyle sıkı sıkı kapamıştı. İşte o an anladım ki bizimkilerin ağaçlara çıkamaması
yaşlılıktan değil, yükseklik korkusundanmış.
Bir anda çok yükseğe çıkmıştık. Aşağıda bencil devi gördüm, sırtüstü yatıyordu ve
hemen üstündeydik. Bizi yakalayan kuşun, tam da şimdi bizi bırakması gerekiyordu. Planımı
uygulamaya giriştim. Telaşla bağırdım,
“Isırın! Çabuk kuşun pençelerini ısırın!” Iyyykk! Ekip lideriydim ama bir kuşu
dişlemek benim için bile zordu.
Ninem gözlerini açmadan destek verdi ve bana doğru seslendi, “Yemeyi
bitiremediğimiz, tadı damağımızda kalan şu tombul elmayı düşünelim, ne dersiniz?”
Çok haklıydı. Hepimiz elmadan koca bir ısırık aldığımızı hayal ettik ve HAARRRTT
diye bizi tutan pençeyi ısırdık. Zavallı kuş acıyla haykırdı, “CİYAAKK GAAKK!” İşe
yaramıştı. Düşüyorduk işte. Hesaplamalarıma göre devin gözlerinin önüne düşecektik.
Böylece bizi görebilecekti. Üstelik devin horultulu nefesi, biz aşağı düştükçe artan hızımızı yavaşlatıyordu. Böylece yumuşak ve güvenli bir iniş yapabilecektik. Planım tıkır tıkır
işliyordu. Ayaklarımız koskoca bir buruna yaklaşmıştı ki, dev birden homurdanarak yan
döndü.
“İşte şimdi yandık!” dedim ve kapkaranlık bir çukuru boyladık.
Göz gözü görmüyordu. Orbi ağlamaya başladı,
“Korkuyorum nine. Karanlıktan çok korkuyorum!”
Kardeşimin kolunu tuttum, “Hadi ama Orbiii,” dedim sakince, “Karanlık olmasa
pırıltılı yıldızları nasıl görebilirdik ha?” Bunu söylerken sesimin titremesine nasıl engel oldum
bilmiyorum, çünkü ben de çok korkuyordum. Ne kadar karanlık bir yerdi burası. Tahminen
ninemle dedemin olduğu yere doğru seslendim,
“Nerede olabiliriz?”
Arkamızdan kızgın bir ses yükseldi,
“Bu ne gürültü? Kimsiniz siz?”
Yabancı susmuştu ama yankılanan adım sesleri giderek bize yaklaşıyordu. Birden
ortalık aydınlandı, biri ışıkları yakmıştı.
“Aaa!” diye şaşırdı dedem, “Bu bizim kulak cücesi!”
Meğer dev, sırtüstü yatarken yana dönünce burnunun tepesine değil de kulağının içine
düşmüşüz.
İçerisi pırıl pırıldı. Bir devin kulak içinin bu kadar huzur verici olabileceğini hiç
düşünmezdim. Yan duvarlar, yer, tavan, her yer tamamen taşla örülmüştü. Dedem kulağıma
fısıldadı,
“Kulak cüceleri gürültüden hoşlanmaz. Yankı ve uğultuyu önlemek için her yeri taşla
kaplamakla kalmamış, kulak yolunun önünü eşyayla doldurmuş baksanıza!”
Gerçekten de dışarıdan giriş hariç hiçbir yerde delik yoktu. Kenarda bir çalışma
masası, yatak başında ve her koltuğun yanında da okuma lambaları vardı. Ninem bize doğru
eğildi,
“Kulak cüceleri okumayı çok sever. Bu koltuklar ve lambalar onun için olmalı.”
Evet, burası tam bir okuma odasıydı. Huzurlu görünmesi bundandı demek. Ninem
anlatmaya devam etti,
“Kitap okumaya bir başladılar mı hiçbir şey duymazlar. Tek bir zararları vardır; tüm
delikleri kapattıkları için yerleştikleri kulakları sağır ederler.”
Bir an karanlık beynimde yıldızlar parıldadı. “Tabi yaa! Şimdi anladım!” dedim
nineme, “Dev kendine söylenenleri bu yüzden duymamış işte! Sağır olmuş.”
Bu sırada Orbi de merakla odayı inceliyordu. “Affedersiniz?” dedi kulak cücesine
dönerek, “Şurada duran sopa ne işe yarıyor?” Kulak cücesi kardeşimin işaret ettiği yöne
bakarak, “Ha, o mu?” dedi, “Devi bayıltmak için kullanıyorum.”
Hepimiz şaşırmıştık. “Koca devi bu küçücük sopayla mı bayıltıyorsunuz?” dedim
hayretle. Kulak cücesi gururla anlattı, “Bir kitapta okumuştum, kulak dengesini bozarsanız
kimse ayakta duramazmış. Ben de bu sopayla kulak yolunun önündeki duvara vurarak devin
dengesini bozuyorum. Vurdukça her yer öyle bir çınlıyor ki, zavallı dev ağrıdan, uğultudan
olduğu yerde bayılıveriyor. Sonra da uzuuun bir uykuya dalıyor.”
Bunları duyar duymaz aklımda yepyeni bir plan belirdi ve hemen atıldım, “O zaman
bize bir tek siz yardım edebilirsiniz!”
Dedem, kulak cücesine hızlıca devin yaptıklarını anlattı. Ben de planımdan bahsettim.
Hazır dev uyuyorken sopayla vura vura kulak yolunu kapatan duvarı yıktık. Aşağısı, karanlık
ve dipsiz bir kuyu kadar korkutucuydu. Ama bizi evimize döndürecek yol da, işte burasıydı!
Kulak cücesi iyi ki çok kitap okumuş. Bencil devin duyduğunda dikkatini çekebilecek birkaç
cümleyi çabucak yazıverdi. Hemen bu önemli dizeleri hep bir ağızdan yüksek sesle okumaya
başladık:
Bir ağaç sevdim yüce,
Gel sarıl dedi üstündeki cüce!
Gittim sarıldım ağaca,
Sıcak bir koku yayıldı içime, sanırsın poğaça…
Ey bencil dev acıkırsan sen de sarıl ağaca,
Ama n’olur, kökünden koparma, sadece hafifçe salla!
Yere dökülen meyveler hepimize yeter,
Gelecek yıl da yeriz yine hep beraber
Kimi şarkılı kimi şarkısız pek çok kez tekrar ettik. Ama hep sevgiyle söyledik ve
sakince olacakları bekledik. Dev kıpırdanmaya başladığında sanki deprem oluyordu. Öyle
sallandık ki savrulmamak için kulak cücesinin kitaplığına tutunduk. Bir ara bencil dev
kulağının içine parmağını sokmaya çalıştı. Korkunçtu! Hemen yana kaçmasaydık hepimiz
dipsiz kuyuyu boyluyorduk. Bunu da ucuz atlattıktan sonra devin homurtularını duyduk.
Dedikleri pek anlaşılmıyordu. Biz de ne yaptığına bakabilmek için dikkatlice kulak kepçesine
çıktık. Bir de ne görelim! Bencil dev, köklediği ağaçları kucağına almış öpüp sarılıyordu.
Demek bizi duymuştu! Söktüğü ağaçları yerine dikmesini bile sağlayabilirdik artık.
Heyecanla kulak cücesine döndük. O ise huzurlu evinin acınası haline bakıyordu. Gürültüden
yorulmuş gibiydi. Yine de bu olanlar onu mutlu etmişe benziyordu. Belki de okumak kadar
yazmak da ona iyi gelmişti.
Bize gülümsedi ve şöyle dedi,
“Bencil dev için tohum ekimi ve ağaç dikimiyle ilgili yeni şiirler yazmalıyım. Hem de hemen!"
*Bu etkinliği Nilüfer Dinç Demirok hazırladı.
KONU: Ağaç cücelerinin doğayı koruma mücadelesi ve bencil devi ağaçları yok etmekten vazgeçirme çabaları
TEMA: Doğa sevgisi, çevre bilinci, dayanışma
ANAHTAR KELİMELER: Ağaç cücesi, doğa, tohum, bencil dev, orman, çevre
KIPIR KIPIR DÜŞÜNCELER:
Bencil dev neden ağaçları kökünden söküyordu? Onun yerinde olsaydın nasıl
davranırdın?
Ağaç cüceleri doğayı korumak için nasıl bir çözüm buldu? Bu çözüm işe yaradı mı?
Gerçek hayatta ağaçları korumak için neler yapabiliriz? Bizim de bir görevimiz
olabilir mi?
Masaldaki "kulak cücesi" karakteri neden önemlidir? Onun okuma sevgisi devin değişmesine nasıl yardımcı oldu?
KIPIRDATAN ETKİNLİKLER:
Tohumun Yolculuğu: Tohumun gelişimini görmek ister miydin? Bir tohum ek ve
bakımını üstlen. Tohumun büyüme aşamalarını bir deftere resimleyerek kaydet.
Bakalım tohumun yolculuğunu nasıl resimleyeceksin?
Bir Slogan Bul: Ağaçların korunması için bir slogan hazırla ve hazırladığın sloganı
sınıf panosuna veya odana as.
Ağaca Sarıl: Bugün okula giderken bir ağaca sarılmaya ne dersin? Bakalım ağaç sana
ne fısıldayacak?
Comments