Bir zamanlar kızıyla yaşayan bir kral varmış. Kralın eşi hayatta değilmiş. O yüzden kızına gözü gibi bakarmış. Tenzile sarayda geçirdiği günlerden memnunmuş. Babası ona birbirinden güzel kıyafetler alır, hizmetçilere kızı için kremalı pastalar yaptırırmış.
Kral kızının başına kötü şeyler gelmesinden korktuğu için sarayın dışına çıkmasına izin vermezmiş. Tenzile bahçede çiçekleri sular, kedilerle oynarmış. Babası bir dediğini iki etmediği için, Gök Karga ile tanışana kadar bu durumdan pek şikâyetçi değilmiş. Bir sabah odasına temiz hava girsin diye camı açtığında Gök Karga’yı görmüş. Usulca ona yaklaşarak, “Günaydın! Belki yorulmuşsundur, içerde biraz dinlenmek ister misin?” diye sormuş. Karga kendisine yapılan bu daveti kabul ederek aynanın önündeki masanın üstüne konmuş. “Ne güzel, insanlardan korkmayan bir kuş! Çok şanslıyım!” diye düşünürken Tenzile, Gök Karga “Çok susadım, bana biraz su verir misin?” demiş.
Tenzile onun konuşmasından korkmuş.
“Korkma, yaklaş yanıma. Diyeceklerim var sana. Ben çok yaşlı bir kargayım. Dünyada gezip görmediğim yer kalmadı. Gözlerimin içine iyice bak! Yaşadığın bu sarayın dışında ne yerler var gör!” demiş.
Korkusu geçip sakinleşen Tenzile, küçük bir kaba su doldurup yere koymuş. Gök Karga suyu içtikçe tüyleri kabarmaya, gözleri parlamaya başlamış. Şaşkınlıktan ağzı bir karış açık kalan kralın kızı, “Sana neler oluyor böyle? Gözlerindeki resimler de ne?” diye sormuş.
“Gezip dolaştığım yerleri gözümde görebilirsin ama benim içtiğim kaptan su içip, şu sözleri söylemelisin:
Dünya dediğin sihirli bir küredir
Düşersen yollara, hayalin gerçek olur
Çıkarsan dağlara, kalbin şifa bulur.
Dünya dediğin, sihirli bir küredir
Keramet kalplerdeki gözdedir.”
Kralın kızı kendisine söylenilenleri yerine getirmiş. Tekerlemeyi tekrarlayıp, kapta kalan son damlayı içmiş ve Gök Karga’nın gözlerine baktığında, şırıl şırıl akan bir dere görmüş. Dere öyle pırıl pırılmış ki içinde balıklar oynaşıyormuş.
Tenzile hayran hayran bakakalmış karganın gözünde gördüğü dereye. O gece rüyasında derenin serin sularına ayaklarını daldırdığını görmüş. Gök Karga’dan, onun gözlerinde gördüklerinden o kadar etkilenmiş ki bahçeye inmez olmuş. Odasından çıkmıyor, her gün “Acaba bugün nerelerde gezdi, neler göreceğim?” diye merakla onun yolunu gözlüyormuş.
Kralın kızı, ara sıra saraya gelen karganın önüne bir kap su koyuyor ve onun parlayan gözlerinde dünyayı seyrediyormuş. Neler görmüş neler o gözlerde: Uzun uzun yollar, dumanlı dağlar, yüksek tepeler, geniş ovalar, gürül gürül akan şelaleler, kendi bahçesinde görmediği türde çiçekler, derelerde vıraklayan kurbağalar, gökyüzünde uçuşan kelebekler ve daha birçok güzellikler.
Gök Karga her yanından ayrıldığında Tenzile’nin içine bir hüzün çöküyor, sarayın bahçesi artık ona çok sıkıcı geliyormuş.
Bir gün yine Gök Karga geldiğinde kralın kızı ona su vermiş ama gözlerine bakmamış.
“Ne oldu? Neden gözlerimin içine bakmıyorsun? Bugün gezdiğim yerleri merak etmiyor musun?”
"Merak ediyorum ama ben senin gözünden değil, kendi gözümden dünyaya bakmak istiyorum.”
“Ah canım! Çok isterim senin dışarı çıkmanı. Zaten gezip dolaşmaya başladığında saray sana dar gelir. Hadi git konuş babanla. Dışarıdaki dünyayı merak ettiğini, burada mutlu olmadığını anlat ona.”
Tenzile umutsuz olsa da gitmiş konuşmaya.
“Babacığım ne olur yüzüme bak ve beni iyi dinle. Yıllardır bir dediğimi iki etmedin. Beni her zaman koruyup kolladın. Başıma kötü bir şey gelecek diye beni dışarıya bırakmıyorsun ama ben mutsuzum. Bu güzel elbiseleri giyip aynaya bakmak çok sıkıcı. Sarayın bahçesi artık bana dar geliyor. Dışarıya çıkıp dünyayı tanımak istiyorum.”
Sakalını kaşımış kral. Başını eğmiş.
“Son günlerde yüzün solgun, gözlerin üzgün. Bahçeye bile çıkmıyorsun. Seni kötülüklerden her zaman korumak istedim ama anladım ki benim sana yaptığım daha büyük bir kötülük. Git evladım. Yollara düş. Yolculuklar yap, gez dünyayı. Burası senin her zaman dönebileceğin yuvan. Bunu sakın unutma!” demiş ve sarılmış kızına.
Baba kız birbirlerine sarılarak vedalaşmışlar. Tenzile o gece yatağında son defa uyumuş. Sabah güneşin doğuşuyla düşmüş yola. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Ağaçlı yollardan, yeşil bayırlardan geçmiş. Ormanın derinliklerinde kaybolup yeni yollar keşfetmiş. Bazen düşmüş dizini kanatmış, bazen de yağmurlarda ıslanıp fırtınada savrulmuş. Rengârenk kelebekler de görmüş karayılanlar da. Tenzile yeni yollar yürüdükçe daha çok rüya görmeye başlamış. Daha çok rüya gördükçe merakı artmış. Yabani otların isimlerini, ilk defa ötüşünü duyduğu kuşların adlarını, sarmaşıklarla bezeli büyük kayalıkların sihrini öğrenmek istemiş. Çağıl çağıl akan suya ayaklarını sokmuş. Gök Karga’nın gözünde gördüklerinden buranın dere olduğunu anlamış. Bir ağacın altına uzanıp, kuşların cıvıltılarını dinlemiş. Rüzgârın dereden getirdiği kokuyu içine çekmiş. O sırada “Gakkk!” diye bir ses duymuş. Tenzile yukarı baktığında Gök Karga’yı görmüş:
“Yollara düşmeden önce gözümden izlerdin dünyayı. Kendi gözünle dünyayı görmek nasıl? Beğendin mi gezip dolaştığın yerleri?”
Derin bir nefes almış Tenzile. “Senin gözünden dünyayı izlemek güzeldi ancak sadece görüyordum. Şimdi öyle mi? Havayı, rüzgârı, suyu, kokluyorum. İçim içime sığmıyor sevincimden.
Anladım ki dünya sihirli bir küreymiş. Yaşamak ağaçlara sarılarak, çiçeklere toprağa dokunarak her güne yeniden başlamakmış.
Comments