Tundra Toprağı, Kaynak: pxhere.com
Geçtiğimiz sayıda ham toprağın humusça zenginleşmiş toprağa nasıl dönüştüğünü anlattık. Milyonlarca yıl süren bir süreçten bahsettik. Eğer topraktan ana kayaya kadar bir çukur açılabilse, bir mozaik pastanın üzerinde yaşadığımızı görmek mümkün olabilirdi. Bu mozaik pastaya bilim insanları “toprak profili” adını vermişler.
Sulak bir bölgede toprak profili üç tabakadan oluşur: Yağmurun ıslattığı üst kısım; bitki köklerinin durduğu bölge ve ana kaya. Sulak olmayan yerlerde bu katmanların hepsi aynı anda bulunmaz. Özellikle de üst kısım.
İklimler nasıl bölgeden bölgeye değişiyorsa, toprak profili de iklime göre çeşitlenir. Daha evvel iklim kuşaklarına göre gelişmiş bitki kuşaklarını anlatmıştık. O halde bitki kuşaklarının toprakları da birbirinden farklı olmalı diyebiliriz.
Yanımızda çok uzakları gören bir dürbün olduğunu hayal edelim. Oturduğumuz yerden gözlerimizi dürbüne yanaştıralım. Şimdi hep beraber Kuzey kutbuna yakın tundra kuşağına bakıyoruz. On ay donan ve sadece iki ay çözünen bataklık halde tundra toprağı dürbünün diğer ucunda. Çok kısa bir süre yeşerebilen yosun ve bitkilerden oluşan verimsiz bataklık bir alan orası.
Tundra kuşağından aşağıya doğru indiriyoruz dürbünümüzü. Soğuğa dayanıklı iğne yapraklı orman toprağını görüyoruz. Yağmurla fazla yıkandığından madensel tuzlar ve mineraller bakımından fakirdir ve Karadeniz’in yüksek yerleri bu kuşaktadır.
İndirin dürbünü biraz daha. Geniş yapraklı ormanlar kuşağına geldik. Burada yaz daha uzun ve sıcak olduğu için başka bir toprak tipi gelişir. Adına da kahve renkli orman toprağı denir. Karadeniz dağları, Marmara’da Yıldız dağları, İç Batı Anadolu ve Güneydoğu Toros dağları bu kuşakta bulunur.
Kahverengi Orman Toprağı, Kaynak: orman.gen.tr
Of amma da çok yer varmış dürbünle bakılacak. Şimdi de yazları daha sıcak ve kurak olan bozkır kuşağına bakıyoruz. Burada humusça zengin kara step toprağı var. Erzurum-Kars Platosu bu kuşaktadır.
İndirin dürbünü biraz daha. Akdeniz ikliminin sert yapraklı ağaç kuşağındayız. Bu gördüğümüz kırmızı toprak. Güney Marmara, Ege ve Akdeniz bu kuşaktadır.
Dürbünümüzü son defa aşağıya indirelim. Burada çöl toprağı var. Ülkemiz bu kuşakta değil ama Konya’da Karapınar Çölü olduğunu öğrendiğimizde o kadar şaşırdık ki! 1950’de yüz üç bin hektar alan kuraklaşarak çöl olmuş.
Afrika’da Büyük Sahra, Ortadoğu’da Necef, Asya’da Gobi başlıca çöl alanlarıdır. Oraları çoraktır ve bitki yetişmez. O halde toprak ölmüştür diyebiliriz.
Haydi sizinle bir deney yapalım. Bir avuç toprağı bir bardak suyun içine atalım. Önce iri taneler yani çakıl ve kum çöker. İnce taneler suda erimeden asılı kalır ve suyu bulandırır. Asılı kalanların hepsi kil değildir. Bunlar alüminyum ve demir hidroksitler, küçük canlılar ve ölü artıkları, humuslaşmış organik maddelerdir. Yani toprağın özüdür. Dibe çökemediklerinden su onları alıp götürebilir. O zaman da toprak ölür.
Doğal topraklar olduğu yerde kalırlar ama oluştuğu yerde kalamayanlar da vardır. Bir dağda ve engebeli arazide oluşurlar, sel ya da çığ ile vadiye sürüklenebilir. Yukarıdan inerek düzlüğe varanlar taş, çakıl ve kumdur. Küçük taneler yani az önce yaptığımız deneyde bardakta asılı kalanlardır ve sürüklenir giderler selle beraber. Denize karıştıkları yerlerde kaybolurlar. Buna erozyon diyoruz ve erozyon da toprağı öldürür.
Erozyona uğramış ağaç kökleri, Kaynak: tr.depositphotos.com
Bir de kültür toprağı var. Şifa bulmak, endüstride ham madde olarak kullanmak ya da gıda amaçlı bitkileri yetiştirmek için kullanırlar. Kültür toprağı oluşturmak üç aşamalıdır. Birinci aşamada toprağın üzerindeki orman, funda, çayır, mera ne varsa kazınarak yok edilir. Sonra üst toprak alet ve makinelerle açılır ve ekime uygun hale getirilir. Kültür bitkilerinin kökleri bu derinlikte yetişir. Toprağın üstünden yağmurla yıkanarak alt tabakaya inen ince taneler makinelerin toprağı karıştırması nedeniyle üste çıkarlar. Bu kıymetli ince taneler gevşek toprakta ve açıkta bekler. Ne zaman bir sel ve fırtına gelse onları alır götürür. İnsan eliyle bir erozyon oluşur böylelikle.
İkinci aşamada toprak altüst olunca içindeki küçüklü büyüklü canlılar zarar görür. Toprağı canlandırma ödevlerini yapamazlar. Üçüncü aşamada ise toprak yıldan yıla fakirleşir ve ölür.
Anız yangınları toprağın verimliliğini azaltıyor, Kaynak:www.dunya.com
Ülkemizde ne yazık ki anız yakma alışkanlığı halen devam etmektedir. Otları, bitkileri makineyle sökmek yerine yakarak alan açmak toprağa çok ama çok zarar verir. İlk yıllarda ürün alınsa da sonraki yıllarda toprağın verimi düşer. Bitki örtüsü kaldırıldığı andan itibaren toprak erozyona açık hale gelir diyebiliriz.
Doğada kendiliğinden yetişen bitkiler ve ağaçlar büyürken ne aldılarsa topraktan, sadık bir borçlu gibi er geç toprağa geri verir. O zaman toprağın beslenme ve yetişme gücünü zayıflatmazlar. Oysa insan türü yaktıkları otla, samanla, odunla toprağın hakkı olan organik maddeleri geri vermez ve toprak fakirleşir. Bu durumda çiftçiler ekinleri büyütmek için gübre kullanmak zorunda kalır. Gübre doğal ve suni olarak iki türlüdür.
Doğal olanlar çiftlik hayvanlarının dışkılarından elde edilir ve organik azot bakımından zengin olur. Fabrikalarda üretilen suni gübrelerde türlü madenler ve kimyasallar kullanılır. Toprakların verimini arttırmak için çokça gübre atılmasına gerek yoktur. Çünkü bitkiler besinlerini sadece topraktan değil havadan ve sudan da alır.
Suni gübre bir süre sonra toprağın üstünü sertleştirir. Yağmur yağdığında su derinlere gideceğine yüzeyden akar gider. Birçok satırda erozyondan bahsettik: Açık toprakların su ve rüzgâr yoluyla sürüklenerek gitmesinden. Sadece bitki örtüsü toprağı bu kötü sondan korur.
Son olarak da meralar ve orman alanlarımızdan bahsedelim. Yağışların oldukça azaldığı bir zamanda yaşıyoruz. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün yayımladığı rapora göre ülkemiz artık dikkate alınması gereken seviyede kuraklık yaşamaktadır. Mera ve ormanlarımız tehlike altında. Başka bir tehdit de hayvanların buralarda aşırı otlatılmasıdır. Neredeyse bitkileri köklerine kadar bitirirler. Bir de ormanlar kesilir, yakılır, mera ve tarlaya çevrilirse düşünün ne olur? Şiddetli erozyon.
Bu ülkemiz için en büyük tehlikedir. Toprak ekilemez hale gelir, açlık ve buna bağlı olarak göç başlar. Türlü hayvan ve bitki zenginliğimiz yok olur. Gözünüzün önüne çölleri ve bozkırları getirin. Oralarda ancak dayanıklı hayvanlar yaşayabilir.
Bu nedenle topraklarımızı onarmalı ve donatmalıyız. Eğer toprağın canlı ve şefkatli bir varlık olduğunu; ona karşı sorumlu olduğumuzu bilirsek hırslarımızı da yenmesini bilebiliriz. O zaman canım topraklar savrulup gitmekten kurtulur.
Görüşmek üzere…
Elinize sağlık, çok aydınlatıcı bir yazı. Anlaşılır, uyarıcı ama devamını da istiyor. Çocuk için toprağa karşı sorumluluk duymak nasıl olacak? Onlarda toprağa karşı sorumluluk duyacak farkındalığı nasıl geliştirebiliriz?