Ülkemiz işgal edilmeden evvel babam, annem, kardeşim, babaannem ve dedem beraberdik. Savaş çıktı ve evimizi geride bıraktık. Komşu ülkeye sığındık. İlk hafta sınır kapısında kurulan bir çadır kentte kaldık.
Üç aydan beri babaannem, dedem, annem ve üç yaşındaki kardeşimle bir pansiyonda kalıyoruz. Burada kendime ait odam yok. Oturma odamız mutfakla birleşik. Tavanlar alçak. Odalar da çok küçük. Kendi odamı çok özlüyorum.
Annem beni yakınımızdaki bir okula kaydettirdi. Göçmen çocuklar için ayrı sınıflar açılmıştı. Eğitim kendi dilimizde veriliyordu. Okulda benim gibi göçmen arkadaşlarımla ara ara konuşuyor ve oynuyorduk. Onlar da benim gibi mutsuzdu. Çünkü geldiğimiz ülkenin çocukları tarafından küçümseniyor ve aşağılanıyorduk. Dilimizle adeta alay ediyorlardı. Okulda nöbetçi öğretmenler birkaç kez o öğrencileri uyarmıştı. Sınıf öğretmenimize durumu anlatınca sataşmalar biraz olsun azalmıştı.
Babamı, dayılarımı, öğretmenimi, arkadaşlarımı, evimizi ve ağaçlarımızı çok özlemiştim. Her gün rüyalarıma giriyordu. Ağaçları devrilmiş, evimizi cayır cayır yanarken görüyor ve ağlayarak uyanıyordum.
Annem sürekli üzgün hâlimi görünce her zaman söylediği gibi, “Farukcuğum, bu ülkeye neden geldiğimizi biliyorsun. Savaş sona erince ülkemize döneceğiz,” dedi. Sözünü bitirmemişti ki ağlamaya başladım. Bir yandan da konuşmaya çalışıyordum, “Buradaki çocuklar bizi dışlıyor ve alay ediyorlar anne.”
Başımı okşadı, gözyaşlarımı sildi ve su verdi. “Yavrum üzüldüğünün farkındayım. Evimizi, babanı, ağaçlarını özlediğini biliyorum. Gel bak sana ne göstereceğim.”
Pencerenin kenarında duran saksıyı gösteriyordu. Saksıdaki zeytin ağacını görünce çok şaşırdım.
“Anneciğim, zeytin ağacı burada yetişir mi hiç?”
“Faruk bu daha çok küçük bir ağaç, biraz büyüsün saksısını değiştireceğim. Memleketimize döner dönmez de ekeceğiz. Senin yatak odanın karşısındaki iki elma ağacının arasındaki muşmula ağacı vardı ya hani geçen sene kurumuştu. Onun yerine dikeriz. Bakımı da sana ait olsun. İsim de koyabilirsin,” dedi.
Çok sevindim. İsim düşünürken memleketimdeki öğretmenimin söylediği bir cümleyi anımsadım. Anneme heyecanla, “Barış koyalım mı? Öğretmenimiz geçen yıl zeytin dalının barışın simgesi olduğunu söylemişti. Belki bu ağaç bize uğurlu gelir, savaş da biter, değil mi?” dedim.
“Evet oğlum. Böyle umutlu olmamız gerek işte.”
Annem haklıydı. Güzel şeyler düşününce üzüntü azalıyordu. Karşıma geçti. “Sana harika bir önerim var. İstersen her gün beslediğin Şanslı’yı sahiplenelim, ne dersin?”
Sevinçten ve heyecandan zıplamaya başladım. “Çok güzel bir fikir anne!”
Şanslı, kahverengi, kıvırcık tüylü ve çok hareketli bir köpek.Bugün onu yakınımızdaki parka gezdirmeye götürdüm. Mahallenin çocukları etrafımızı sardı. Bana bir şeyler söylemeye çalışıyorlardı. Ne söylediklerini tam anlamadım fakat hareketlerinden Şanslı’yı sevmek istediklerini fark etmiştim. Onlar köpeğimi severken aralarında konuşuyorlardı. Ben de onlara çat pat İngilizce'mle yanıt vermeye çalıştım.
Köpeğimin adını söyleyince, onlar da bana art arda İngilizce sorular sordular. Böylece kaynaşmış olduk. İçlerinden bir arkadaş beni yarın akşam ilerideki sahada futbol oynamaya davet etti. Tabi hemen kabul ettim. Buraya geldiğimizden beri ilk kez bu kadar mutlu olmuştum. Hep birlikte Şanslı ile oynadık. Karanlık çökmeden de pansiyona döndük.
Annem beni kapıda karşıladı. “Faruk yüzün gülüyor, gözlerin ışıl ışıl. Seni böyle görmek ne güzel!” dedi. Ben de tüm olanları anlattım.
Annem benden daha mutlu olmuştu sanki. Birbirimize sarılırken “Senin adına çok sevindim canım. Bugün günlüğüne yazacak çok fazla şey olmuş. Üstünü değiştir, ben de Şanslı’nın patilerini sileyim. Dedenler yan odada seni bekliyorlar,” dedi.
Odaya girince masada mumlarla süslenmiş bir pasta gördüm. Kardeşim, “Doğum günün kutlu olsun abiciğim!” dedi ardından da doğum günü şarkısını hep birlikte söyledik. Hem şaşkındım hem mutluydum. Herkesin elinde hediye paketi vardı. On bir mumu söndürürken bir dilek tuttum. Hediyeleri tek tek açıp teşekkür ettim. En çok beğendiğim hediye, büyükannemin aldığı kaval oldu. Çünkü dedem savaş çıkmadan önce bana çalmasını öğreteceğine söz vermişti. Küçükken koyunları otlatmaya götürdüğünde çalarmış. Kutlamanın sonunda dedemin kavalla çaldığı barış türküsü hepimize iyi geldi.
Yatmadan önce günlüğümü elime aldım ve sayfalarını karıştırdım. En uzun yazıyı, Şanslı’nın evimize geldiği gün yazmışım. Bugün yaşadıklarımı yazmaya başladığımda Şanslı bana dikkatlice bakıyordu. Sanki kendisinden söz ettiğimi sezmişti. Saat gece yarısını bulmuş, yazdıkça yazıyordum. Tam üç sayfa sürdü. Son cümlemi şöyle bitirdim. “Bugün mutluluktan uçuyorum. İyi geceler sevgili günlüğüm, iyi geceler ŞANSLI!”
Comments